www.mahzungarip.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bir Tahta Parçası

Aşağa gitmek

Bir Tahta Parçası Empty Bir Tahta Parçası

Mesaj tarafından lübabe Cuma Tem. 24, 2009 11:47 pm

Otur bakalım, delikanlı" dedi Yetkili...

"Teşekkür ederim" dedi genç adam, yerini alırken...

"Senin hakkında kulağıma bazı söylentiler geldi" diye söze girdi Yetkili... "Aslında önemli şeyler değil, ama biraz fazla sinirli olduğun anlaşılıyor. Birkaç aydır adından söz edildiğini duyuyordum. Seni çağırıp konuşmak istemiştim, ama, bir türlü fırsatını denk düşürememiştim. Belki görev yerini değiştirmek istersin. Denizaşırı ülkelere gitmek, tekrar Savaş Bölgesi'ne dönmeye ne dersin? Senin gibi kavgacı, mücadeleci gençleri masa başı görevler öldürüyor, bunaltıyor olmalı..."

"Sanmıyorum efendim" diye yanıtladı, kolundan çavuş sırmaları görünen genç adam...

"Peki öyleyse" dedi Yetkili, "O zaman ne istediğini söyle."

Omuz silkti genç çavuş... Ellerine dikti gözlerini... "Barış içinde yaşamaktan başka hiç bir isteğim yok" dedi, "Bir sabah uyandığımda, bütün topların pas tuttuğunu, bütün bakteriyolojik silahlardaki mikropların öldüğünü, bir anda bataklığa dönen yollarda tankların tarih-öncesi yaratıklar gibi batıp kaybolduklarını öğrenmek istiyorum. Tek istediğim de bu..."

"Hepimiz istiyoruz bunu" dedi Yetkili, babacan bir tavırla... "Şimdi bu idealist gevezelikleri bırak da nereye gitmek istediğini söyle... iki tercihin var. Ya Kuzey, ya Güney Savaş Bölgesine gideceksin.Yetkili bunu söylerken, masasının üstüne açtığı pembe haritanın üstünde dolaştırıyordu, işaret parmağını..

Ama, genç çavuş gözlerini ellerinden ayırmadan, Yetkili'nin söyediklerini duymadan konuşmasını sürdürüyordu. "Düşünün bir kere" dedi, "Yarın sabah uyanmışız. Bütün toplar, silahlar pas tutmuş. Ne yaparız, o zaman?"

Yetkili bu genç adamla konuşurken biraz daha dikkatli, biraz daha ölçülü, biraz daha anlayışlı olması gerektiğini anladı o zaman... Sevecen bir gülümseme kapladı dudaklarım... "ilginç bir soru" dedi, "Bana sorarsan böyle bir şey olursa, bütün dünyada kitlesel bir panik meydana gelir. Her ülke, kendisini, silahtan tecrit edilmiş tek ülke sanır. Başka ülkelerin de bu durumda olduklarım öğrenmeye fırsat kalmadan, içine düştüğü bu durumdan ötekileri sorumlu tutar. Borsalar çöker, intiharlar başlar. Durum anlaşılıncaya kadar da olan olur, ölen ölür. Milyonlarca insanı yitiririz bir anda..."

"Ama bunun sonrası da var" diye inatla sürdürdü genç adam tartışmasını... "Ölenler öldükten sonra kalanlar kalır. Durumun farkına varırlar o zamana kadar Korkulacak bir şeyin kalmadığını anlar, sil-baştan yepyeni, pırıl pırıl bir dünya kurarlar".

"Sen insanları tanımıyorsun delikanlı" dedi Yetkili... "Durumu kavradıkları anda insanların yapacakları ilk iş, yeniden silahlanmaktır."

"Durdurulabilir bu..."

"Ellerine silah vermesen bile dövüşmenin başka yollarını bulur insanlar" dedi Yetkili... "Çıplak yumruklarıyla saldırırlar birbirlerine... Çelik mahmuzlu boks eldivenleri yaparlar kendilerine... Ordularını bunlarla donatıp sınırlarına yığınak yaparlar. Alın eldivenlerini, tırnaklarıyla, ayaklarıyla saldırırlar birbirlerine... Kollarım, bacaklarını kessen, tükürürler birbirlerinin suratlarına. .. Küfrederler. Dillerini kesip ağızlarını tıkaçla kapasan, bu kere de sivrisinekleri, kuşları öldürecek pislikte dışkılarını vururlar ortalığa... Orayı da tıkasan ,bu kere gözeneklerinden kin kusarlar''.

"Demek ne yaparsak yapalım, boşa gideceğini söylüyorsunuz" dedi genç çavuş...

"Evet, delikanlı" dedi Yetkili... "Kaplumbağanın kabuğunu koparmak gibi bir şey bu... Şoktan ölür insanlar..."

Delikanlı ağır-ağır başını salladı, bir o yana, bir bu yana... "Belki de bana yalan söylüyorsun" dedi,"Savas biterse bu rahat görevinin de biteceğinden korkuyorsun. Onun için bu kadar direniyorsun". "Tutumumu yadırgama sakın... Yüzde doksanı mevcut durumu hicvetmek, yüzde onu da anlayacağın biçimde sana anlatmak... Öyle Paslanma'dan falan da sözetme artık... Unut onları.

Genç adam irkilerek başını kaldırdı havaya... "Paslanma hakkında ne biliyorsun?" diye sordu, "Nereden duydun, bende Paslanma olduğunu?"

"Ne dediğini anlayamadım" dedi Yetkili, şaşırarak....

"Paslanma'yı nereden biliyorsun?"

"İnan, söylediklerinden tek sözcük bile anlamadım" dedi Yetkili...

"Paslanma'dan söz ediyorum" dedi genç çavuş, "istersem, bu gece, Paslanma'yı başlatabilirim."

Kahkahayı bastı Yetkili... "Ciddi olamazsın bu söylediklerinde..."

"Hayatımda hiç bu kadar ciddi olmamıştım" dedi genç adam... "Aslında beni yanınıza çağırdığınız iyi oldu. Bir süredir görüşmek istiyordum sizinle... Uzun süre bu Paslanma üstünde çalıştım. Bu icadımı düşünmekten haftalarca uykusuz gittiğim oldu. Uyuduğumda da düşlerimden çıkmak bilmedi. Belli bazı atomların yapılarıyla ilgili bir şey... Çelik zırhları oluşturan atomların düzenleniş biçimi, karşılıklı ilişkileri üstünde çalıştım. Onlarda bir dengesizlik unsuru arayıp durdum. Biliyorsunuz, fizik ve metalürji alanda uzmanım ben. Su buharını kullanarak çelik maddelere 'sinir buhranı' geçirtmenin, yatalak etmenin yollarını sonunda buldum. Dünya atmosferindeki su buharını çelikten yapılmış her şeyin üstüne salma yollarını araştırdım. Uygarlığımız çelik üstüne kurulu... Binalarımızı, fabrikalarımızı yok etmek istemem elbette... Bu yüzden de, seferber edeceğim su buharlarına belli hedeflere yönelmelerini de öğretebilirim. Toplan, mermileri, tankları, uçakları, savaş gemilerini hedef alacak benim bu su buharlarım... Gerekirse,bakır, tunç ve alüminyumu da hedef alabilecekler kendilerine... Bir silahın Paslanma'sı için, onun yanından geçmem bile yeterli."

Yetkili, gözleri faltaşı gibi açılmış, gövdesi masanın üstüne kaykılmış olarak genç çavuşa bakıyordu. Gözlerini ayıramıyordu üstünden... "Bir soru sormama izin var mı?" diyebildi, bir süre sonra...

"Sorun"

"Kendini Tanrı yerine koyduğun, kendini peygamber sandığın zamanlar oldu mu?"

Genç adam ciddiye aldı bu soruyu... "Olmadı, ama, Tanrı'nın bana bu büyük buluşu yapmam için fırsat tanımasının ne kadar sevindirici bir şey olduğunu düşündüğüm anlar elbette olmuştur".

Yetkili elini ceketinin iç cebine sokup bir dolmakalem çıkardı. Bir mermi vardı kalemin ucunda... Kalemin ucunu çıkartmak için düğmeye bastığınızda, tabanca gibi ateşleniyordu kalem... Mermiyi şimdilik etkisiz kılmak için . kalemin ucunu kıvırdı, sonra düğmeye bastı. Önüne çektiği bir formu doldurmaya başladı. "Öğleden sonra şu formu Dr. Matthews'a bizzat götürmem istiyorum" dedi, "Ciddi bir şeyin olmadığım biliyorum, ama, tepeden tırnağa iyi bir muayeneden geçsen iyi olur. Sanırım, sen de zaman zaman rahatsızlık hissediyorsundur".

"Delirdiğimi zannediyordunuz değil mi?" dedi genç çavuş, buruk bir gülümsemeyle... "Söylediklerimin tek sözcüğüne bile inanmadınız, değil mi? Ama, inanın, her söylediğim doğru... Küçük bir makine, benim bu icadım... Sigara paketinin bile içine sığabilecek kadar küçük... Bin beş yüz kilometre çapındaki bir alana etki yapabiliyor. Belli bir çelik alaşımına programlanmış olarak bu makineyi birkaç gün içinde bütün ülkede dolaştırabilirim. Düşmanın üstümüze saldırması tehlikesi de yok... Bize yaklaşmaya kalktıkları anda onların da silahlan Paslanma' ya uğrayacak,.. Burası bittikten sonra Avrupa'ya da uçabilirim. Orayı da halledip dünya turunu tamamladıktan sonra, bütün dünya, sonsuza dek, savaş tehlikesinden kurtulmuş olur. Bir rastlantı sonucu yaptım bu aracı.. .Nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Olanaksız diyebilirsiniz, ama, unutmayın ki, insanlar atom bombasına da olanaksız demişlerdi başlarda... Kaplumbağanın kabuğunun koparılması benzetmesi benim de aklıma gelmişti. Tastamam bir ay düşündüm, icadımı kullanıp kullanmamak konusunda... Ama, sizinle yaptığım bu konuşma kafamı berraklaştırdı, karar vermemi kolaylaştırdı. Atomun parçalanabileceğine, Uçağın uçabileceğine inanmadı insanlar. Ama, atom parçalandı, uçak uçtu. Şimdi, hiç kimse, barış gelebileceğine inanmıyor. Gelecek... Gelecek... GE-LE- CEK..." Son heceleri vurgularken sesi tizleşmişti genç çavuşun...

"Hey delikanlı" dedi Yetkili, "Şu formu Dr. Matthews'a bir götürüver. O seninle yakından ilgilenir".

"Demek beni Savaş Bölgesi'ne göndermeyeceksiniz..."

"Hayır" dedi Yetkili, "Şimdilik vazgeçtim bundan... Seni Dr. Matt-hews bir görsün. Karan o zaman veririz".

"Olmaz" dedi genç adam, ayağa kalkarak... "Bir dakika sonra karargahı terketmiş olacağım... Bana değerli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim".

Telaşlanmıştı Yetkili... O da delikanlının peşinden ayağa fırladı. "Heyecanlanmana gerek yok delikanlı" dedi, "Ayrılman da gereksiz... Kimsenin sana zarar vermeye, canını yakmaya niyeti yok."

"Kimse bana inanmıyor" dedi delikanlı inatçı biçimde... "Ben de bu yüzden ayrılmaya karar verdim". Kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

***

Yetkili yalnız kalmıştı odasında... Kapalı kapıya baktı bir süre... Önce iç geçirdi, sonra avuçlarıyla yüzünü ovuşturdu.

Tam o sırada telefon çaldı. Ahizeyi kaldırıp kulağına götürdü. "Haaa... Sen misin doktor... Ben de şimdi seni arayacaktım" dedi, "Sana bir delikanlı gönderecektim. Böyle birinin ortalıklarda serbestçe gezinmesinin bir tehlikesi var mı?...

Yok mu?... Sen bilirsin doktor... Uzunca bir dinlenmeye ihtiyacı mı var?... Hayal görüyor olmalı bu delikanlı... Evet, evet... Parlak bir genç... Ama 16 yıldır savaşın içinde... Savaş koşulları kimi insanı böyle etkiliyor".

Bir süre dinledi karşısındaki sesi... Söylenenlere sessizce başını salladı, elini cebine götürüp kalemini aradı. "Bir dakika" dedi, "Şu söylediklerini not edeyim." Baktı, kalemi ortalarda yok... "Ben de bu kalemimi hep kaybediyorum" diye mırıldandı, kendi,kendine... Kalemini koyduğunu hatırladığı yere yeniden soktu elini. Kurcaladı orasını... Sonra işaret parmağıyla başparmağım birleştirip, orada bulunmaması gereken bir şeyi kavradı.

Masasının üstüne silkeledi, eline geleni... Kırmızı-sarı pas tozuydu bu.. Pas zerrecikleriydi.

Gözleri yuvalarından uğramış durumda, öyle kalakaldı birkaç saniye... Sonra telaşla ahizeyi kapıp, "Dr Matthews.. Çabuk telefonu kapa... Hattı boşalt" diye bağırdı... "İnzibat Karakolu mu?" diye bağırdı ahizeye...

"Silahlarınızı kapın hemen... Biraz sonra biri gelecek, nizamiyeye... Yakalayın onu... Yok, yakalamayın... Gördüğünüz anda gebertin orospu çocuğunu... Evet! Yanlış anlamadınız. Ben Yetkili'yim. Gebertin o herifi..."

"Aman efendim... Nasıl olur? Nasıl öldürürüm?" diye kekeledi karşıdaki ses...

"Ulan, budala herif saçmalama" diye kükredi Yetkili... "Size o tüfekleri oyuncak diye mi verdik? Basarsın tetiğe, öldürürsün köpeği..."

"Olamaz" diye mırıldandı, nizamiye görevlisi... Sesi de, soluğu da kesildi ondan sonra...

Elindeki ahizeyi salladı Yetkili.. "Ulan eşşeoğlueşşek" diye kükredi yeniden..."Tüfeğini hazır etmezsen seni ben gebertirim".

"Kimseyi öldüremem ben" diye sayıkladı nöbetçi...

İşte, ne olduğunu o zaman kavradı Yetkili... Çöktü koltuğuna... Pencereden bakıp, olanları kendi gözleriyle görmeye bile gerek duymadı. Uçak hangarları kahve-kızıl pas yığınlarına dönmüş, uçaklardan artakalan pas zerrecikleri yellere yem olmuştu kuşkusuz... Tanklar, kamyonlar, yellerin önüne katılmış toz bulutları gibiydiler.

"Sayın Yetkili".diye bir ses geldi, ahizenin öbür ucundan...

Toparlamıştı Yetkili kendini...

"İyi kulak verin bana" diye haykırdı, "Tahta, taş, tuğla, diş- tırnak, yumruk... Ne bulursanız, onunla peşine düşün... Tekmeleyin, kaburgalarını kırın... Ne yapın, edin yakalayın, öldürün adamı... Ben hemen geliyorum".

Alışkanlıktan, masasının gözünü çekip elini beylik tabancasına attı. Deri kılıfın içinde bir kızıl- kahve toz birikintisinden başka bir şey yoktu. Küfrederek ayağa fırladı.

Bir iskemle kaptı odadan çıkarken... "Gözünü sevdiğimin tahtası" diye mırıldandı, soluk arasında... Bacaklarını ayırdı sandalyenin... Eline de tam oturmuştu, sopa... Denemek için bir-iki kere açık avucuna vurdu sopayı...

"Gözünü sevdiğimin tahtası" diye tekrar mırıldandı.

Sonra da, ilkellerin savaş çığlığını andıran bir haykırışla elinde, sopa odadan fırladı. Nizamiyeye doğru koşmaya başladı.
lübabe
lübabe

Mesaj Sayısı : 210
Kayıt tarihi : 19/07/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz